27 Aralık 2020 Pazar
YENİ BİR KİTAP KÖŞESİ
25 Aralık 2020 Cuma
HASTALIK İKSİRİ
Merhaba sevgili kitapvekalem okurları bu soğuk kış günlerinde içinizi ısıtacak şifalı bir tarifle karşınızdayım. Sizde çok ciddi durumlar haricinde ilaç kullanmayı sevmeyenlerdenseniz "Hastalık İksiri" tam size göre...
Yaptığım araştırmalar sonucunda bu tarifin İbn-i Sina tarafından yüzyıllar önce öksürük tedavisi için kullanıldığını öğrendim.
Benimde bizzat deneyimleyip çok memnun kaldığım bir tarif oldu. Sizlerde soğuk algınlığı, grip, boğaz ağrısı gibi hastalık durumlarında evinizde bu tarifi rahatlıkla uygulayabilirsiniz.
GEREKLİ MALZEMELER
• 1 YEMEK KAŞIĞI BAL
• 1 YEMEK KAŞIĞI SİRKE
• 1 YEMEK KAŞIĞI LİMON
• BİR TUTAM TARÇIN
YAPILIŞI
Malzemeleri orta boy bir fincana alıyoruz üzerine sıcak suyu ekleyip karıştırıyoruz.
Hastalık İksirimiz hazır deneyecekler için şimdiden Afiyet Şifa Olsun. :)
19 Aralık 2020 Cumartesi
YENİ BİR KİTAP KÖŞESİ
Musul'da, Yunus Nebi zamanından kalma bir çeşme varmış. Suyundan içen masumlara şifa, zalimlere zehir olurmuş. Ne zaman şehre bir zalim vali gönderilse, halk bir müddet sonra onu götürüp bu çeşmeden su içirir ve birkaç günde göçürterek zulmünden kurtulurmuş. Musul'un zarif kişizadeleri arasında, zalimlere karşı "İçtiğin Yunus Nebi çeşmesi ola" demek bir darbımesel olmuş. Garip olan o ki zalim valilerin hepsi, bu sözü nezaketle söylenmiş bir dua sanıp "Allah razı ola" cevabını verirmiş. Dilimize Osmanlı kültüründen yansıyan bu deyim de zalim yöneticiler hakkında hâlâ kullanılmaktadır.
/Syf; 162
🌟Bugün farklı bir tarzı olan kitap ile geldim sizlere.
"İki Dirhem Bir Çekirdek"; anlatımı güzelleştirmek, bir fikri bir düşünceyi etkili kılmak amacıyla kullanılan 'deyimleri' konu almıştır. Kulağımızın aşina olduğu, sohbet arasında duyduğumuz yada ilk defa duyduğumuz deyimlerin nasıl oluştuğu güzel ve öz bir şekilde anlatılmış. Ben okurken keyif aldım. Okumak isteyen ve merak edenler için tavsiye ediyorum🤗 Keyifli okumalar dilerim 🌿
12 Aralık 2020 Cumartesi
YENİ BİR KİTAP KÖŞESİ
Sayfa; 63
______________
🌟Keyifli bir şiir kitabı tanıtımı yapmak istedim bugün. Her şiirden bir dize alabiliyor insan, kendine. Fon müziği eşliğinde okuyup daha keyifli hale getirebilirsiniz (dipnot🤓)
İyi okumalar ve kitaplı günler diliyorum 🌿
9 Aralık 2020 Çarşamba
ÖZ VE SÖZ
Instagram Sayfamızı da takip edenler bilirler; Öz ve Söz kısmında paylaşımını yaptığımız haftalık hikayelerimizi (insta story), ilgili konuları ile beraber irdelemeye devam ediyoruz.
Sayfamızda bulunan hikayenin ilki hatırlarsanız Alâk Suresi'nin ayetleriydi. Yani Kur'an-ı Kerim'in vahiy yoluyla, peygamberimize, büyük meleklerden olduğuna inandığımız Cebrail aleyhisselam aracılığıyla aktarılan ilk 5 ayetini barındıran Sûre...
Tamamlanmış vahiylerin kitaplaştırılmış haline ise Kur'an-ı Kerim diyoruz. Daha öncesinde okumayanların bir şekilde okumasını -şiddetle değil- iyilikle okumasını tavsiye ediyor ve öneriyoruz. Yaz, Oku, Yaşa, Yaşat demeye devam ediyoruz.
Kur'an yapısal olarak 114 Sûre'den oluşur. Sûreler genellikle içerdiği konulardan birine verilen isimlerle anılırlar. Her bir sûre, 'ayet' adı verilen bölümlerden oluşur. Ayetlerin uzunluğu bir kelime ile bir sayfa arasında değişir. Kur'an'ı oluşturan 30 eşit parçadan her birine ise 'Cûz' deniz.
Ele aldığı konular ise yaşamın her yönü ve herşeydir. Her beyin, her kalp ve her fikir kendine göre bir şeyler bulabilir. Üzerine düşünülmesi gereken bir çok kıssa ve öneriler ile beraber, İslam ile teslim olan ve inanarak düşünen Müslümanlar için hayatı, temelden bütüne, huzura erdirecek emir ve yasaları da içerisinde bulundurur.
Yaratıcıdan yaratılanlara, peygamberimiz Hazreti Muhammed'in kalbine aktarılmış ve anlayacağımız şekle sokulmuş, Allah kelâmlarından oluşan bu eşsiz kitabın, okunmadan geçilemeyecek kadar büyük bir öneme sahip olduğunu, okuduktan sonra daha iyi anlayacağınızı düşünüyoruz.
Sıhhatli ve hayırlı okumalar diliyoruz...
6 Aralık 2020 Pazar
YENİ BİR KİTAP KÖŞESİ
29 Kasım 2020 Pazar
YENİ BİR KİTAP KÖŞESİ
24 Kasım 2020 Salı
YENİ BİR ŞİİR
19 Kasım 2020 Perşembe
YENİ BİR ŞİİR
12 Kasım 2020 Perşembe
YENİ BİR ŞİİR
SENSİZLİK
Üzülmüyorum artık, seni kaybettiğime,
Alışıyorum inan!
Zamanın içten içe beni hissizleştirmesine.
Aramıyorum yok...
Yüzünü görünce mutlu olmayı, sebepsizce...
Sil baştan da yapmıyorum.
Uğraşmıyorum izleriyle.
Yırtıp atmak gerekliymiş meğerse
Tabi, ben beni bu yazdıklarıma inandırabilirse
Bak! yine anlatıyorum her şeyi,
Sensizliğe...
Turgut Reis YILMAZ
DÜNYA ÜZERİNDE BİLİNEN İLK KÜTÜPHANE
M.Ö.2000 yılında kurulan Mezopotamya uygarlıklarından biri olan Asurlular tarafından yapılmıştır. Kaynaklara göre Asurluların son kralı Aşurbanipal zamanı M.Ö.626 yılında Asur'un başkenti Ninova kentinde kurulan kütüphanenin kalıntılarında şuana kadar 30 binin üzerinde yazılı tablet bulunmuştur. Burada keşfedilen en önemli eserler arasında hepimizin bir şekilde duymuş olduğu Yaradılış ve Gılgamış Destanı bulunmaktadır.
Bununla birlikte, kütüphanede atasözleri, sözlükler, mitolojik hikayeler, tıp yazıları, kanunlar, ticari belgeler, mektuplar, dualar ve büyüler gibi çok çeşitli eserler bulunmaktadır. O zamana göre dev bir arşiv gördüğü aşikar. Kütüphanenin ilk kalıntıları 1850 yılında, Musul civarında, İngiliz asıllı Austen Henry Layard öncülüğünde yapılan kazılarda keşfedildi ve sonrasında 20 bin civarı tablet İngiltere'de bulunan British Museum'a taşındı.
9 Kasım 2020 Pazartesi
Dünya'da Bilinen İlk Kitap-Yazı
Çivi Yazısı
Belki çok azımızın merak ettiği ve bir çoklarının da şimdi aklına gelecek bir bilgi paylaşımında bulunarak birlikte öğrenmeye devam edelim. Dünyada gelmiş geçmiş ilk kitap hangisidir?
Zor bir soru gibi durmuyor ancak cevabı biraz zor aslında. Çünkü tarihteki bilgiler, özellikle 1000 sene öncesinden geriye gidildikçe, günümüzde keşfedilen bilgiler ile sürekli değişebiliyor. Ancak şuan elimizdeki bulgulara bakacak olursak da biraz fikir sahibi olabiliriz. Tabi ki şimdilik...Öncelikle Kitap olarak neyi baz almalıyız? Kitap kavramını nasıl belirliyoruz? Keşfimiz sonucu bildiğimiz şuanki bilgiler ne derece doğru? Veya belki de yüzbinlerce yıl önce yok olmuş ve hiç somut olarak keşfedemediğimiz muhteşem medeniyetler vardı. Hepsini sonra düşünürüz tabi.
Gelelim ilk kitap hangisi konusuna...Şuanki manada kapaklı ve bir kaç sayfadan oluşan bildiğimiz ve ulaşabildiğimiz bir kitap keşfi yapıldı(Diamond Sutra-MS.868). Ancak elimizde kitapların tarihi olarak kabul edebileceğimiz daha eski somut kaynaklar da mevcut. Mesela tabletler, parşömenler, papirüs ruloları...Sırasıyla hepsini sonraki yazılarımızda irdeleyeceğiz elbette. Şuan için biz bir açılış mahiyetinde 'Arkaik Çivi Yazısı' ndan bahsedelim.
Evet çoğumuzun duyduğu çivi yazısı...Çivi yazısı diyerek geçmeyelim, insanlık için müthiş olaylar zincirinin büyük bir öznesidir kendisi. Şuan için yazının icadı Eski Sümer uygarlığının ellerinden çıkmış gibi duruyor. Sümerler, günümüzden yaklaşık 5500 yıl önce medeniyet oluşturarak yaşamını sürdürmüş olan Mezopotamya bölgesi uygarlıklarından birisidir. Sümerler, M.Ö. 4000-2000 yılları arasında, şimdiki Irak'ın güney kısmına denk gelen topraklarda yaşamışlardır. Tabi ki aynı zaman sarmalı içerisinde, birbirinden -muhtemelen- habersiz şekilde yaşayan farklı uygarlıklar da vardı dünya üzerinde. Mesela Mayalar, İnkalar ve Aztekler...Onlar da bağımsız olarak kendilerine has yazı sistemleri geliştirmişlerdi. Ayrıca Eski Mısır Uygarlığının, Sümerlerin çivi yazısını icadından tahmini bir kaç yüzyıl sonrasında 'hiyeroglif' yazısını oluşturdukları da biliniyor.
Dönelim Çivi yazımıza...Bulabildiğimiz ilk yazılı dil arkaik çivi yazısıdır. Piktografik bir dili olan bu yazı, tabletler üzerine işlenerek aktarılabiliyordu. E tabi, dönem şartları gereği...herkesin bir e-kitap cihazı falan bulunmuyordu. Neyse e-kitap konusuna daha çok yolumuz var, ona sonra değiniriz pardon. Piktografi ne demek diye soranlar için de google ile bile uğraşmalarına gerek kalmadan kısaca bahsedeyim: İnsanlar, bir eşyayı, bir objeyi, bir yeri, işleyişi, kavramı vs. resmetme yoluyla her birini temsil eden semboller seçmişler ve birbirlerine aktarmaya çalışmışlardır. Yani temsili ve grafiksel çizimler ile, semboller ile kullanılan bir anlatım biçimidir denilebilir. Bilin bakalım Sümerler yazıyı neden icat etmiş. Aşklarını ifade etmek için mi? Dinlerini daha güzel sonraki nesillere aktarabilmek için mi? Yok hayır. İnsanların birbiriyle iletişim kurma amaçlarından biri de Aşk ve Sevgiden sonra ticaret idi. Hala öyle sanki...Hatta şu günlerde öncelik gibi.
Neyse, Sümerler yazıyı icat ederek, gelişen uygarlıklarında artış gösteren sosyal ve ekonomik etkileşimi kontrol altına almaya ve kolaylaştırmaya çalışmışlardır. Yani yerleşim arttıkça tarım üretimi artmış, üretim arttıkça ticaret artmış ve haliyle alışveriş faaliyetleri kayıt altına alınması gerekecek düzeye ulaşmıştır. Evet, maalesef insan medeniyetleri, çoğunlukla ya paradan ya savaştan dolayı kendini geliştirme çabasına girmişlerdir. Bu da ayrı bir konu olarak ilerleyen zamanlarda acizane irdelenecektir. Tekrar gelelim çivi yazımıza. Bu yazının, taşların ve tabletlerin üzerine işlenmesiyle sonsuzluğa ulaşması için muhafazası sağlanmaya çalışılıyordu. Zamanla geliştirildi, sembollerde artış sağlandı ve daha fazla kavramın ifade edilmesine olanak sağlanarak, insanın asıl cevheri olan soyut dünyanın aktarımının kapılarını araladı. Soyut kavramlar için de semboller kullanılmaya başlandı. Resimlerden işaretlere kadar semboller arttıkça yazının da şekli değişti, evrildi.
Sonrasında Çivi yazısı, Sümerlerden diğer Mezopotamya uygarlıklarına, Anadolu ve İran bölgelerine sıçradı. Uzun bir süre de birçok halk, çivi yazısı olarak kullanmaya devam etti. Kendi yaşadığı coğrafi ve kültür durumlarına göre de insanların birbirlerinden farklılaşarak, kullandıkları yazı sistemlerini değiştirmeleri sonucu da günümüze kadar dallanmıştır. Yazı, elbette ekonomik kaygıların sonrasında farklı alanlarda da kullanılmaya başlandı. Kültürel olarak kategorize edilirse hikaye anlatımına da geçildi diyebiliriz. Bilinen ilk yazılı hikaye ise Gılgamış Destanı olarak karşımıza çıkmaktadır. Daha evvelki paylaşımlarımızda bahsettiğimiz üzere Asurlular tarafından yapılmış Dünyanın bilinen İlk Kütüphanesi olan Ninova Saray Kütüphanesi'nde bulundurulmuş bu hikaye, Uruk hükümdarı olan Gılgamış(Gilgamesh) 'ın mitolojik hikayesini anlatmaktadır. Kitap veya Kitabe olarak kabul eder isek işte böyle bir kitap serüveni var diyebiliriz. Elimizde tuttuğumuz güzel resimli ve kapaklı üretilen sayfalardan oluşan kitaba yolculuğumuz sırasıyla devam edecektir. Sıradaki konumuz için takipte kalabilirsiniz.
Evet bildiklerimiz, bulduklarımız bu asırda şuan için bunlar. İleride başka bir keşif yaşanır da karbon testi sonucu daha eski olduğu ispatlanan bir yazı sistemi bulunursa mutlaka birbirimizi haberdar edelim...
Not : Bilgilendirme yazımız derlemelerden, araştırmalardan ve yorumlardan oluşturulmuştur.
27 Ekim 2020 Salı
YENİ BİR KİTAP KÖŞESİ
24 Ekim 2020 Cumartesi
TOMBİT VE MACERALARI - PARÇA 6
KİBRİT
OKULU
Arkasını dönüp baktığında yan sınıftan Mumi’nin
kendisine gülümseyerek koştuğunu gördü. Çok hızlı bir şekilde yürüdüğünü ancak o
anda anladı. Durdu ve Mumi’nin yanına
gelmesini bekledi. Mumi ile çok samimi sayılmazdı ancak arkadaşı Sırık
ile ortak arkadaşları olduğu için arada bir de olsa beraber vakit geçirdikleri
olurdu. Turuncu başı ile birlikte sevimli turuncu gözleri de vardı Mumi’nin ve
kasabada alışılmadık isimlere sahip nadir kibritlerdendi. Sevimli ve akıllı bir
kız kibritti. Kısa sürede onu bekleyen Tombit’e yetişti.
“Ne kadar hızlı yürüyorsun böyle. Yol
ayrımından beridir yetişmeye çalışıyorum sana ya.” dedi Mumi nefes nefese.
“Şey, fark etmemiştim, öyle
düşünüyordum. Okula da geç kalmayayım dedim, öyle…”
“Yanında
kimse yok, şaşırdım açıkçası.” diye sorgular şekilde baktı Tombit’e. Bir yandan
da yürümeye başlayarak yola devam ettiler.
“Evet, öyle denk geldi, biraz erken
çıkmışım sanırım.” dedi Tombit düşünmeden. Pek de olanları anlatmak istemediği
halinden belliydi. Hem bu garip ve
basitmiş gibi görünecek olayı nasıl anlatabilirdi ki…
“İyiymiş... Sanırım acil işin vardı okulda
öyle mi?”
“Yok hayır, yani aslında evet, Sırık ile
buluşmam ve görüşmem lazım.” diye geçiştirdi hızlıca Tombit. “Bu arada yol
ayrımından öncesinde mi oturuyorsun?” diye sordu Mumi’ye.
“Evet, Sırık ile evlerimiz yakın. Evlerimizin
arasında sadece eski bir dev makinası var.”
“Dev makinesi mi?” diye şaşkınca sordu
Tombit.
Mumi kıkırdayarak, “Evet, terkedilmiş
bir makine. Paslı mı paslı, çalıştığını pek sanmıyorum. Ne işe yaradığını pek
bilmiyorum açıkçası ama Sırık, senin bunu çözebileceğini söylemişti. “
“İyi ama ne zamandır var o makine orda?
Ben kaç defa geldim Sırık’ların evine ve orda öyle bir şey hatırlamıyorum. “
diyerek şaşırdığını belli etti Tombit.
“Emin misin? Belki üzeri örtülüydü bilemiyorum.
Yani ben de belli belirsiz orda çalılık falan hatırlıyorum ama. Neyse…Sen iyi
misin? Biraz solgun gözüküyorsun sanki?” dedi Mumi yüzüne dikkatlice bakarak.
“Şey, biraz, iyiyim aslında, bilmiyorum tam
ama iyiyim galiba.”
Mumi dudağını büzerek Tombit’e yan yan ve
endişeli gözlerle bakarak, “Tammam o zaman…Sanırım uykusuzluktur.” diyerek
konuyu kapatması gerektiğini düşündü.
Biraz daha yol aldılar ve bu süre
boyunca ikisi de hiç konuşmadı. Tombit, içinden düşüncelere dalmıştı ve ‘keşke
hiç kimseyle karşılaşmadan yoluma gitseydim’ diye düşünürken, Mumi sessizliği
tekrar bozdu:
“Eee, şey, nereye gidiyordun?”
“Okula…”
“???...”
“Okul yolu değişti de benim mi haberim
yok acaba Mumi?”
“Bildiğim kadarıyla değişmedi. Ama
tamaaam, anladım, ben seni tutmayayım istersen.” diye muzipçe gülümsedi Mumi.
“Anlamadım?” dedi Tombit şaşkın şaşkın.
“Yani sanırım okulu asacaksın ve önemli
biriyle buluşacaksın sanırım, ben seni tutmayayım, öğretmenlere de söylemem
korkma.”
“Ne? Yok, hayır ne buluşması?”
“Dönem sonu sınavlarına girmemeyi bile
düşünmeni gerektirecek biriyse önemli biri olmalı dedim. “ dedi Mumi. Anlayışlı
bir tavır takındığını belli eden bir yüz ifadesiyle, “Haksız mıyım?” diye de ekledi.
Bir anlık sessizlik oldu. Tombit ağzı
açık şekilde, bir yöneldiği yola, bir öteki yola bakıp durdu. İşaret parmağıyla
yönelttiği yolu göstererek,
“Bi dakka, bi dakka Mumi! Sana
yetişemiyorum, sanırım uykusuzum ve biraz da başım ağrıyor. Öncelikle kimseyle
buluşmayacağım hayır. Okulu da asmayacağım ve sınavlarıma da girmeyi istiyorum.
Okul yolu, bu yol ayrımındandı diye aklıma geldi nedense bir anda.”
Tekrar bir şey diyecekmiş gibi oldu.
Vazgeçti. Omuzları aşağı düştü, gözlerini anlık kapayarak başının arkasını
kaşıdı ve pes edercesine, “Ben en iyisi seni takip edeyim Mumi.” dedi.
“Erken çıktığımıza değsin o zaman, hadi
gidelim öyleyse.” dedi Mumi. Belli ki rahatsız olmuştu ve Tombit ile karşılaşmaktan
pişmanlık duymaya başlamıştı. Hislerini de ayıp olmasın diye belli etmemeye de
çalışıyordu ama Tombit anlayabiliyordu elbette.
Tabi ki onu suçlayamazdı. Bugün
uyandığından beri kendi kendisini bile anlamakta güçlük çekiyordu. Garip
davrandığını ilk elden yine kendisi şahit oluyordu elbette. Ama neden?
Bugün neden diğer günler gibi değildi?
Hasta mı olmuştu? Hayır, genel olarak gayet sağlıklı hissediyordu. Evden mutsuz
ve farklı ayrıldığı için miydi? Hayır, onun etkisi daha farklı duygularını
kırpıştırmıştı. İyi ama neden?
Tombit düşüne düşüne, Mumi de sıkıla
sıkıla yol alırlarken okul tabelasının önüne geldiler sonunda.
“Benim gitmem gerekiyor, arkadaşlar
bekliyordu da…” diyerek rahatlamış şekilde bahçeye doğru koşturdu Mumi.
Uzaklaşırken de “Görüşürüz Tombiiiit, sınavda başarılar.” diye de ekledi.
Biraz gecikmenin ardından, “Tamam, saol, şey,
teşekkür ederim, görüşürüz Mumi.” diye zar zor seslendi Tombit de.
Bahçede gruplar halinde arkadaşlarıyla
takılan genç kibritlerden bazıları garipsercesine Tombit’e ve arkadaşlarının yanına
doğru koşuşturan Mumi’ye bakarak, aralarında fısıldaşıp, Tombit’e göre çok
aptalca gelen -çaktırmadan konuşmaya çalışmak- gibi bir vaziyete büründüler.
Ama Tombit bunları umursamadı. Yine
kafasını karıştıran bir durumla karşılaşmaktan korkarcasına fazla düşünmeden
okul binasına ve bahçesine baktı. Evet, sanırım bir sorun vardı. Ne garip!
Sorunsuz bir gün olmayacağa benziyordu.
Bahçede takılan kibritler, pencerelerden
bakan öğretmenler, diğer okul çalışanları…Hepsini tanıyordu, bu noktada bir
sıkıntı yoktu evet ama…
“Sanırım kafayı yiyorum!” diye afalladı
Tombit.
Okul binası bambaşka bir yapıydı. O
bildiği kendi okulu değildi. Okulun bahçesi de öyle…Tamamen değişik tarzdaydı.
Eski okulu, üç tane genç ağacın tam ortasında kalıyordu ve taş ile odunlardan
oluşan hoş bir yapısı vardı. Bahçesi de okulun etrafında, gene üç genç ağacın
arasında sınırlanmıştı. ”Nasıl yani ya?” diye sesli olarak söylendi
Tombit.
Şimdi karşısında duran okul binası ise
kesilmiş bir ağacın kütüğüydü. Evet bildiğin bir kütük. Kökleriyle halen
toprağa tutunan devasa bir kütük…Muhtemelen çok geniş ve yaşlı bir ağacın
kesilmesi sonucu bu haldeydi.
Bir baş ağrısı, sızı daha…Tombit gözlerini
bir anlığına kapadı ve devasa bir arazide devler tarafından kesilmiş, hayattan
koparılmış yüzlerce kök ve kütük kabilesi gördü. Sanki dejavu yaşamış gibi
hissetti ama hafızasında çakan şimşekler daha öteye ulaştıramadı onu.
Gözünü tekrar açtı ve evet bildiğin
okul binası kesilmiş dev bir ağacın kütüğüydü. Köklerin toprak üstünde kalan
kısımlarında pencereler, süslemeler ve işlemeler vardı. Her biri bahçeye açılan
kalın kök koridorlarıydı. Ortadaki gövdede birleşiyorlardı. Kütük kısmı ise içi
oyulmuş şekilde yapılandırılmıştı. Kabuk kısmı ise pencereler ve kütük
mantarlarından oluşan teraslar ile bezeliydi. En üstünde ise çalıdan korkuluğu
olan geniş bir çatı terası vardı. Üç katlı bir kibrit okuluna dönüşen kesilmiş
bir ağaç…Etrafındaki bahçe ise kütüğün etrafını saran ince köklerin oluşturduğu
bir çember şeklindeydi.
Aklını mı yitirmişti Tombit? Neler
oluyordu? Kendisine bir şey oldu da ona kimse çaktırmıyor muydu yoksa? Bu
durumu anlamalıydı. Anlamak için araştırmalı ama kimseye de belli etmemeliydi.
Evet kesinlikle kimseye -dostlarına bile- çaktırmadan yavaş yavaş öğrenecekti kendisine veya etrafına neler olduğunu.
Ama önce herkes gibi ‘normal’
davranmalıydı. Ondan da önce arkadaşlarını bulmalıydı.
>>> DEVAM EDECEK >>>
18 Ekim 2020 Pazar
YENİ BİR KİTAP KÖŞESİ
7 Ekim 2020 Çarşamba
YENİ BİR KİTAP KÖŞESİ
28 Eylül 2020 Pazartesi
YENİ BİR KİTAP KÖŞESİ
20 Eylül 2020 Pazar
YENİ BİR KİTAP KÖŞESİ
🗝️"Şeker Portakalı" kitabının devamı olan Güneşi Uyandıralım, Zezé'nin büyüme serüvenine şahit ediyor bizi. Artık çok sevdiği dostu "Şeker Portakalı " yoktur. Yerine yüreğini teslim ettiği kurbağası" Adam" ve hayalindeki baba karakteri "Maurice" yerleşir. İlk kitaba göre daha sade bir anlatımı var bana göre. Güzel bir seri, güzel bir serüven. Kitaplı günler dilerim. 😊🌿
15 Eylül 2020 Salı
YENİ BİR KİTAP KÖŞESİ
4 Eylül 2020 Cuma
Yeni Bir Şiir
Bu bedendeki hissiz yalnızlık.
Biraz klişe, biraz da alışkanlık
Yoksa çoktan çekip gitmiş, tek kişilik kalabalık.
Evet kanadım kırık!
Yürek buruk, her şey yarım, enkaz, yıkık.
Ama biliyorum ya bir yerlerde dudakların ayrık
İnan sensizlik bana dost, bana azık...
T.Reis YILMAZ
YENİ BİR KİTAP KÖŞESİ
28 Ağustos 2020 Cuma
YENİ BİR KİTAP KÖŞESİ
LÜGAT365📙
Sen cilt yapıyorsun ; şiraze nedir bilirsin.
Bizde insanoğlu şirazesiz kalmış. Hayat onun için ahenksiz, birbirini tutmayan, günün hayatına cevap vermeyen bir yığın ölü kıymetler tarafından idare ediliyor.
Syf; 43
🗝️"Bazı kelimeler çok güzel" diye başlıyor, kitabın önsözü. Birbirinden güzel 365 tane kelime. Özellikle de iletişimimizin emojileştiği, özensiz, emeksiz yaşadığımız şu dönemde dilimize bahşedilmiş can suyu gibi. İçerisinde mutlaka kendinize hiç duymadığınız bir kelimeyi benimseteceksiniz. Kitaplı günler diliyorum🌿🤗
25 Ağustos 2020 Salı
TOMBİT VE MACERALARI - PARÇA 5
HER ZAMAN OLMADIĞI GİBİ BİR GÜN
Sabah saatlerinde okul yolunda genelde
tek başına ilerlemek pek de Tombit’ e uyan bir alışkanlık değildi. Mutlaka
kardeşi, annesi, arkadaşı veya babasıyla okula birlikte giderdi. Kimisi
korkaklık olarak tanımlardı bu durumu. Ama o sadece ailesiyle ve arkadaşlarıyla
olabildiğince zaman geçirmek istiyordu ve onlarla bir şeyler yapmaya -ne olursa
olsun- fırsatı olduğunda kaçırmayı sevmiyordu.
Sevecen
yapısı vardı ve cana yakındı da. Ama asla korkak değildi. Yeri gelir tek başına
göl ve dağ manzaralı kendi keşfettiği tepeye yalnız giderdi; orada oyalanır
dururdu. Ama okula bu zamana dek hiç yalnız gitmemişti. Hele ki yol üzerindeki
komşu ve esnaflara gülümseyerek selam vermeden asla geçmezdi.
Keresteciler Kasabasının tüm sakinleri
bunu bilirdi. O yüzden olsa gerek, civardaki komşular kapılarının önünden
geçerken Tombit’e tuhaf tuhaf bakındılar. Selam vermediği için şaşıranlar,
garipseyenler oldu. Tombit ise aldırış etmeden yürüyüşüne daha bir özgüvenle
devam etti. Aslında kendisi de şaşırmıştı bir anda bu kadar farklı
davranabildiğine. İçinde sanki durup dururken basit bir sebeple de olsa bir
ateş canlanmış da onu değişime itecek kadar yakıp kül etmiş, sonrasında da
rüzgar esmiş de küllerini bir başka ağacın dibine savurmuş ve yeniden hayata
getirilmiş…Ama yok, çok saçmaydı bu ona göre. Gene de merak ediyordu bu
dönüşümünün gününe ve kendisine neler katabileceğini.
Her zaman olduğu gibi sözünden de bıkmış,
her zaman olabilecek şeylerden de sıkılmış bir edayla kendisini biraz da
zorlayarak farklı davranmayı denemeye karar vermişti. Böyle devam etmeliydi.
Belki o zaman daha az kırılırdı, kim bilir…
Yolu yarıladığı sırada, okulda sevmediği
kibrit gençlerden biri olan Kito’ nun babası Tıngıl Bey de evinin kapısından
dışarı çıkmış ve genç kibritle göz göze gelmişti. Normalde olsa oğlundan nefret
etmesine rağmen, Tıngıl Bey’e saygılı bir şekilde, gülümseyerek, saf ve temiz
bir kalp ile selam verirdi Tombit. Tıngıl Bey de onunla dalga geçerek selamını
alır, sonra da kendi babasına garip garip sırıtarak bakardı. Babası da
adımlarını hızlandırarak Tombit’i de adeta yanında sürükleyerek yola devam
ederdi.
Bu sefer öyle olmadı. Tombit selam
vermedi. Gülümsedi ancak daha farklı bir gülümsemeydi bu. Yanında babası ve
kardeşi veya annesi de yoktu Tombit’in. Koskoca kasaba başkanı Tıngıl Bey’e
bile selam vermemişti ve onun tuhaf bakışlarını yakalayınca daha bir mutlu
olmuştu Tombit. Neydi ki bu his? Neden daha evvelinde bu frekansı
yakalayamamıştı? Sıradan bir sabahta, her şey ‘her zaman olduğu’ gibi iken ne
değişti de bu özgüvene ulaşmıştı? Babasının her zaman olduğu gibi onu yeren
sözleri mi? Kardeşinin her zamanki dalga geçen ve onu saymayan tavırları mı?
Aklına bir gelip bir gidiyordu bu düşünceler bir yandan Tombit’in. Ama üzerinde
fazla düşünmek istemiyordu.
Biraz ilerde yol ayrımına vardı. Okul
yönüne ilerlemeden önce ormanlık alan ve çiftliğe doğru ilerleyen yola doğru bir
anlığına gözü kaydı. Yolda bekleyen Çevik Kibrit Güçlerini ve bariyerleri fark
etti.
Patikanın ormana açılan yolu kapatılmış
ve güvenlik önlemleri alınmıştı. Kuru dal taşıyıcılarını bile sıraya
sokmuşlardı ve yola geçit verilmiyordu. İşçilerin kimisi şaşkın şaşkın
söyleniyor, kimisi de öfkeli homurtularla olayın tuhaflığına destek
oluyorlardı. Daha önce kasabalarında hiç patika ve yol kapatılmamıştı. Hele ki
orman yolu…
Tombit, okul tatili olan günlerde eğer
arkadaşlarıyla takılmaz ise çoğunlukla bu yolu kullanarak çiftlik yolunu aşar
ve Meşe kabilesi ile sohbet ederek oradan ilerleyerek tanıdık ağaç
beyefendilere selam vere vere huzur bulup düşüncelere daldığı ‘huzur tepesi’ne
ulaşırdı.
Tam bu fikirlerin içerisinde dalgın dalgın
gezinirken Meşe Hanım aklına geldi. Sanki uzun zamandır onu görmemişti. Birden
başına bir ağrı saplandı. Hatırlamaya çalıştığı şeyler sanki ona işkence
ediyormuş gibiydi. Muhtemelen rahatsız edici ve saçma rüyaların bilinçaltını
meşgul etmesiyle aklına düşüyordu tüm bu anılar.
Başını iki yana silkeleyerek okul yolunda
devam etmeye karar verdi. Özgüvenli halini üzerine bir palto giyer gibi giydi.
İlerlemeye devam ederken kasabada bir telaş sezdi. Gizli bir telaştı. Sadece
belirli kibritlerin bildiği bir şeyler olmuştu sanki. Gerçekten de farklı bir
gün olacağa benziyordu.
Elbette kasaba, daha önceki zamanlarda
farklı telaşlara maruz kalmıştı ama Tombit ve yaşıtları o günlere şahit
olamamışlardı. Sadece hikayelerden ve büyüklerinin anlattıklarından bilgi sahibi
olabilen genç kibritler, muhtemelen bu telaşlı gün için heyecan duyacaklardı. Ancak
bir sorun vardı: acaba herkes bu sessiz karmaşayı ve gariplikleri fark edecek
miydi? Ya da fark edip üzerine düşünmeye zaman harcayacaklar mıydı?
Sanırım ‘her zaman olduğu gibi’ hiç bir
şey olmamış gibi yapacaklardı. Ve yahut her zaman olmadığı gibi olan bu günü,
diğer zamanlarla aynı kefeye koyup fikir yürütmenin kendilerine zor gelmesinden
dolayı kafalarını başka yöne çevireceklerdi.
Tüm bunları düşünürken ‘acaba ben de
okul yoluna devam ederken kafamı farklı bir yöne mi çevirmiş oldum?’ diye
aklından geçirdi Tombit.
Ama hayır! Nereye çevirirse çevirsin bir
farklılık olduğunu görebilen bir çift gözü ve kullanmamaktan çok korktuğu bir
aklı vardı. Zorunlu olduğu için gittiği mekanda bir şekilde burada neler
döndüğünü araştıracaktı. Aynı zamanda o mekana giderken de araştırma yapmaya
engel bir durum bulamıyordu. Babası veya kardeşi yanında olmuş olsaydı
muhtemelen dikkati dağılacaktı ve patikalardaki farklılıkları gözlemlemeye
fırsatı olmayacaktı. İstese bile babası ona kızacaktı ve yoluna odaklanmasını
salık verecekti. Veya kardeşi mızmızlanarak başının etini yiyecekti. Şans o ki
yalnızdı ve Tombit bilmese de kasabadaki bu değişiklikler onun kaderiyle
bağlantılıydı. Ama hiçbir zaman bir yola girmeden nereye çıkacağını net
kestiremezdiniz.
Yolda giderken etrafa pür dikkat kesilerek
yürümeye devam etti. Sanki bazı uzak patikadaki evler ve orman kıyısındaki
yerleşkeler ortadan kaybolmuştu. Daha evvelinde gitmediği ama orada olması
gerektiğini bildiği bazı sokaklar şimdi ortada yoktu. Bu yolu kullanmayalı çok
zaman geçtiğini de hatırlamıyordu. Çünkü bu yer değiştirmelerin uzun zaman alması
gerekirdi. Oysa haftalık tatil alt tarafı iki gündü.
Ve Tombit, bu geçen haftasonunu tam
olarak hatırlayamadığı için huzursuzdu. Bir karın ağrısı içine saplandı.
Başında hafif bir sıkıntı peydahlandı. Gün içinde muhtemelen hatırlayacaktı.
Kimseye de söyleyip anlatamazdı. Ne söyleyecekti? Hafızasındaki anıların, yaz ayında dev
canavarların çocuklarının ellerinde tuttuğu gevrek koni biçimindeki kıtır şeylerin
içindeki renkli, soğuk ve hemen eriyen topların yere düşüşü gibi pat diye
düştüğünü nasıl anlatabilirdi ki…
Bir dakika ya! Canavar mı? Dev Canavarlar?
Aklına bir şimşek çakarcasına ormanlık alanda bir oraya bir buraya odun taşıyan
devlerin görüntüsü geldi. Anlamlandırmaya vakti olmadan arkadan nazik bir ses
onu düşüncelerinden uyandırdı :
“Tombiiiit. Beklesene beni de.”
>>>
DEVAM EDECEK >>>
24 Ağustos 2020 Pazartesi
YENİ BİR KİTAP KÖŞESİ
GONDOLİN’İN DÜŞÜŞÜ
(THE FALL OF GONDOLIN)
YAZAR : J.R.R.TOLKIEN
Çoğu okur tarafından efsane olarak bilinen
Hobbit ve Yüzüklerin Efendisi Serisi’ni okuyanların aklındaki bazı sorulara
cevap niteliğinde olacak olayları ve öyküleri barındıran bu kitabı muhtemelen
bir solukta okuyabileceksiniz. Spoiler vermemeye dikkat ederek sizlere ufak da
olsa kitap hakkında bilgi vermek ve bilmeyenler için de tanıtmak isterim.
J.R.R.Tolkien
hayatta iken taslaklardan, notlardan, el karalamalarından oluşan ve
yayımlanmamış olan bu kitap, gene yazarın oğlu ve varisi Christopher Tolkien
tarafından yayıma hazırlanmıştır. Benim elimde bulunan kitap, maalesef ki ilk
basım değil. Keşke yetişebilseydim ancak, elimdeki İthaki yayınevinin yayına
sunduğu 390 sayfalık olan 2.baskıdır. Türkçeye çevirisini yapan Kemal Baran
Özbek’tir.
Kitabı
aldığımızda ilk göze çarpan kısım kapağının içerisindeki ‘Beleriand’
haritasıdır. Tıpkı ‘Orta Dünya’ haritası gibi üzerinde özenle çalışılmış
gözüküyor. Ve tabi öykülerin geçtiği çağın olaylarının yaşandığı toprakları daha
iyi anlamamıza yardımcı oluyor.
Ara sıra kitapta serpiştirilmiş şekilde duran ve
öyküler ile alakalı olan Alan Lee’nin oluşturduğu resimler ve karakalem çizimleri
de mevcut. Kitabı ayrıca güzel kılan bu resimler dışında kapak illüstrasyonu da
göze çarpmaktadır ve Gondolin’in tasvirlerinden birisini barındırmaktadır.
Hikaye olarak
temelde efsanevi Elf şehirlerinden olan Gondolin ve halkının öyküsünü anlatsa
da daha da geriye giderek tüm evrenin mitolojisine de değinmektedir. Tolkien’in
ölmeden önce kaleme aldığı farklı versiyonları bir arada barındıran kitap,
içerisindeki öykülerde bulunan atıflar ile ‘Silmarillion’ ve ‘Beren ile Luthien’
e de yolculuğa çıkmanızı sağlıyor. İlk çağın öncesine kadar gidiyor ve
sonrasında tekrar ikinci, üçüncü çağları anımsayarak tekrar, Gondolin’in içerisinde
henüz hayat bulundurduğu vakte geri dönüyorsunuz.
Kadim Elfleri,
Balrogları, Melkor(Morgoth)’u ve nicelerini savaş meydanında görmek isteyenler
için gayet güzel ve okunası bir kitap. Tercih edenlere keyifli okumalar dilerim…