TOMBUL KİBRİT VE MACERALARI
- TOMBİT EFSANESİ -
“Derler ki kağıda dokunan kalem,
kibritten daha çok yangın çıkarır. Aaah dostlarım... Onu bir de bana sorun.
İkisi de aynı yangını nasıl başlatabilir, ben bu odada gördüm bunu. Tam da
bulunduğum yerden şahit oldum her şeye.
Ufacık şeyler diyerek göz ardı
ettiğiniz ne varsa dönüp ona özür dileyin.”
Bunun üzerine masanın üzerindeki genç
Mum yanında duran kibritlere bir farklı bakarak pişmanlığını belli etti.
Tavandaki avize üzerinde yanan tam 33 kişiden oluşan Kandil Ailesi birbirlerine
titrek ve gözü dolmuş bakışlar attı. Gaz lambası ve meşale birbirlerine
sarılarak bu duygulu atmosferden birer nefes çektiler içlerine ve parıltıları
bir parça daha yükseldi.
“Sonrasında fırsatınız olmayabilir.”
diye devam etti konuşmasına tok ve huzurlu ses.
“Hadi yaklaşın bakalım şöyle yakınıma,
çok gürültü çıkarttırmayın bana. Uyuyan insanları da uyandırmayalım durduk
yere.” der demez genç kibritler neşeyle masanın üzerinden aşağıya doğru
atladılar. Muhtemelen kutularında canları sıkılan daha küçük olanları da
vücutlarını gerdirerek rahatladıklarını yüzlerine yansıttılar. İçlerinden bir
kaçı da “Oleeeyyy, Hikaye Zamanı!” diye sevinçlerini belli ettiler. Kandil Ailesi pür dikkat sese
yöneldiler. Eski ama gayet hoş bir stili olan ahşap kapının yanında asılı duran
yeni moda kandilli El Feneri bile yan yan da olsa dikkat kesildi bu ortama.
Kollarını göğsünde kavuşturmuş bir şekilde çaktırmadan dinliyordu.
Odada uyuyan kedi hiçbirini rahatsız
etmeden arada bir sakin mırıltılar çıkararak uykusuna devam etti. Kibritler de onun kabarık gri tüylerine
yaslanarak hikayenin devamını dinlemek için sesin karşısına dizildiler.
“Meşe beyler de müsaade buyururlarsa
sizlere o genç kibritin hikayesini anlatmaktan mutluluk duyarım.“ diye söze
tekrar girdi ses, tok ve devamlı çıtırtılarıyla.
“Elbette Ulu Şömine, ne demek, biz sizi
dinlemekten her daim şeref duyarız.” dedi gür sesli Meşe Bey. Yanındaki meşeler
de onunla aynı fikirde olduklarını belli edercesine birbirleriyle gururlu
gururlu bakıştılar.
Odanın pencerelerine vuran yağmur ve
rüzgar sesi ile birlikte Ulu Şömine adeta daha bir göğsü kabarırcasına kendini
doğrulttu. Ateşini bir parça artırdı. Gözlerini kısarak ve gülümseyerek,
babacan bir tavırla etrafını süzdü. Derin bir nefes çekti ve hoş çıtırtılar ile
beraber başladı hikayesine.
“Ah küçüklerim, dostlarım…O zorlu kışı
hiç unutamıyorum. Meşe Beyler hatırlar, ruhumuz nasıl da darlanmıştı. Çaresiz
kaldığımız ve işe yarayamadığımız başka bir zaman hatırlamıyorum. Yaz uykusunda
dahi arada bir içimiz sıkıntı ile dolardı elbet ama, o kötü kışın korkusu
başkaydı.”
Derin bir iç çekti Meşe Bey ve yanındaki
meşe odunları.
“Ama işte hayat bu ya, bazen en umutsuz
anlarında bir şey yaşarsın ve tüm bildiğin güzel düşünceleri tekrar
hatırlarsın. Sanki tekrar hayat bulursun.
İşte bu anlattığım durumumuzu değiştiren
ve güzelleştiren bir genç ile tanışmak da nasip oldu bana. Hala gözümün önünde
duruyor gibi.” Karşısındaki genç
kibritlerin üzerinde şefkatle bakışlarını gezdirdi.
“İsmi neydi o gencin Ulu Meşe?” diye
sordu heyecanla tiz bir ses.
İçlerinden en genç olan kibrite yönelip
sorusunu yanıtladı Ulu Meşe:
“Onun ismi Tombit idi. Genç, tombul mu
tombul, sevimli ama bir o kadar da güçlü bir kibrit idi o. Bize gelene kadar
hiç kendisini duymadım da görmedim de. Hoş ya, kimse tanımazdı. Kendi kabilesi
dışında tanıyan olmazdı.
Yaşadığı yerden evimize gelene kadar
başına gelen olayları ondan dinledikten sonra ne kadar ünlü olacağını ve çok
değerli bir kişiliği olduğunu anlamıştım. Keşke daha fazla vakit
geçirebilseydim onunla.” diye devam etti hikayesine…
MEŞE KABİLESİ
Bir öğle vakti…
Hava
hafif bulutluydu ama sakince ılık ılık rüzgar esiyordu. Ama bizim gencin
kulaklarına bu esinti, fısıltıyla söylenmiş birer şarkı gibi gelirdi.
Akranlarının aksine o, duyabilirdi bu güzel şarkıları. Sırf bu şarkıları
dinlemek için de ağaçların arasından geçerek ulaştığı göl manzaralı tepeye
gelir, saatlerce burada tek başına otururdu.
Burada kimse rahatsız edemezdi onu. Kimse
tombulluğu ile dalga da geçemezdi. Hatta buraya gelene kadar menzilindeki tüm
ağaçlarla sohbet ede ede geçerdi ormandan. Her biri çok kibar ve düşüncelilerdi
ona karşı.
Ama okuldakiler ve komşusunun çocuğu
öyle miydi? Ne kadar sinir bozucu ve ahmaklardı. Daha sohbet etmeyi bile
bilmiyorlardı. Çünkü düşünemiyorlardı ona göre. Anca dalga geçip, eğlenerek
vakit geçirmeyi biliyorlardı.
Neyse…Bir iç çekti huzurluca. En azından
burada iken kötü şeyleri düşünmesine gerek yoktu. Her yer cıvıl cıvıl kuş
sesleriyle doluydu. Her ne kadar kuşlardan korksa da seviyordu onların
seslerini. Onlar da şarkılar söyleyip, birbirleriyle sohbet ederdi. Ne kadar
anlamlı gelirdi ona tüm o şarkılar. Okul arkadaşlarının aksine o dinleyerek
anlardı kuşların cıvıltıları içindeki hikayelerini.
Bazen de güneşin ona resmen
gülümseyerek göz kırptığını sanırdı. Yemin edebilirdi buna. Ama kim anlardı ki
onu burada. Bir de deli yaftasıyla mı uğraşayım diye düşündü kendince.
Tepeden baktığında hem dağları, hem
gölü görebiliyordu. Derken yerdeki gölgesine bakarak vaktin biraz fazla
geçtiğini fark etti. Buraya gelip düşüncelere daldığında genelde başına bu
gelirdi.
“Hay aksi!.” diyerek kızdı kendine.
Oturduğu yerden hızla kalkarak geldiği yönde koşturmaya başladı. Ormanlığın
içine daldı. Kestirme yolu kullanıp kullanmamak arasında kaldı. Yol ayrımında
bir süre durdu. Tam o esnada Çınar Bey seslendi.
“Yakışıklı Tombit, yapma! Sen her zaman
kullandığın yolu kullan. Kestirmede sıkıntı yaşarsın.”
“Ama çok geç kalırım patikadan
gidersem. “ diye söylendi Tombit. “Bu arada iltifat için teşekkür ederim Çınar
Bey. “
“Aaa ne iltifatı gerçekler bunlar kibar
genç. Sen patikayı kullan, bizi dinle. Yol üzerindeki Meşe Hanıma da selamımı
söylersen beni çok mutlu edersin.” dedi diğer yanındaki Koca Çınar. İsteğini iletirken de bir yandan utandığı
gözlerinden belli oluyordu.
“Ne meşe imiş yahu, her fırsatta bunu
yapacaksın yani eh be ihtiyar.” diye çıkıştı Çınar Bey.
>>> DEVAM EDECEK >>>