16 Haziran 2020 Salı

TOMBİT VE MACERALARI - PARÇA 2






     Yo hayır, hiç sorun değil, lafı bile olmaz. Selamınızı söylerim tabi ki Koca Çınar.”, dedi Tombit.
     Tok ve huzurlu bir ses ile, “Çok teşekkür ederim delikanlı.”
diye memnuniyetini belli etti Koca Çınar. Dallarını sallayarak dökülmesi gereken yapraklarının bir kısmını döktü ve göz kırptı Tombit’e. “Meşe Hanım ile gençlik yıllarımda bir çiftlikte yetişmiş idik. Çok zarif ve kibar bir fidan idi o vakitler. Anlatmış mıydım nasıl tanıştığımızı evlat?” diye devam etti iç çekerek.
      Tombit ise ne diyeceğini bilemeden bir güneşe, bir gölgesine, bir de patika ile yol ayrımına göz attı huzursuzca. Koca Çınarı dinlemek de istiyordu elbet ama bir yandan da ailesini de telaşlandırmak istemiyordu. Sonuçta ailesi onu bekliyor olmalıydı. Koca Çınarı da kıramıyordu ve bir şey söylemeye utanıyordu. Ona karşı saygısızlık etmek istemezdi. İçi hiç rahat etmezdi öyle yaparsa, biliyordu.
       İç dünyasında çekişme yaşadığını sanki fark etmişçesine araya girdi yanlarındaki genç bir meşe;
      “Yeter ihtiyar, rahat bırak genç kibritimizi. Daha fazla geç kalmasını istemeyiz değil mi?”
      “Ah, özürlerimi kabul etmeni dilerim delikanlı, tabi ki geç kalmanı istemem. Bir dahaki gelişinde, o güzel Meşe Hanımla nasıl tanıştığımızı ve neler yaşadığımızı anlatmamı istersen ben hep buradayım.” diye devam etti Koca Çınar.
    “Tabi, çok isterim Koca Çınar.” diyerek gülümsedi Tombit.
     “E o zaman yolcu yolunda gerek. Hadi dikkatli olasın, yolunda kalasın.” dedi Koca Çınar.
     “Acele etme ama hızlı git delikanlı.” diyerek kıkırdadı diğerleri.
     “Görüşmek üzere, hoşçakalın.” dedi Tombit ve yoluna koyuldu.
     Arada bir ‘Keşke diğer kestirme yoldan gitseydim. Ne olurdu sanki bir kere denesem o yolu’ diye düşündü kendi kendine.
     Tamam, kabul, herkes o yolu kullanmaması gerektiğini söyleyip duruyordu ama en kötü ne olabilirdi? Ne kadar zor ve tehlikeli olabilirdi ki bir yol? Denemeden nerden bilebilirdi yolun kendisine zor gelip gelmeyeceğini. Ama vardır bir bildiği elbet o büyük ihtiyar ağaçların da. Sonuçta nice yolcuların ormandan geçişine şahit olmuşlar ve sayısını bilemediği kadar fazla olaylar işitmişlerdi yolculardan.
    Derken patikanın genişleyen kısmından sağa doğru yükselen bir tepeciğe çıktı. Yolun bu kısmını çok iyi biliyordu ve patikayı takip etmektense Meşe Hanım’a doğru yürümek ve yanından geçmek her zaman daha kestirmeydi.
     Sonuçta birkaç genç meşe ağacı ve Meşe Hanım’ın bulunduğu alandan inince aynı yola bağlanabiliyordu. Sadece şu ufak tepeyi aşma zahmetine katlanması yeterliydi.
        Anne ve babası merak etmiş olmalıydı. Artık onlara ne diyeceğini de düşünmeye sonra başlayacaktı. Hem nasıl olsa geç kalmıştı. Meşe Hanım ile az bir sohbetin ne sakıncası olabilirdi ki?  
        Derken tepeyi aştı ve düzlüğe ulaştı. Gördükleri karşısında şoka uğradı. Az daha kafasındaki o kırmızılık alev alacaktı. Sinir, üzüntü ve keder bir anda beynine hücum etti. Bütün neşesi gitmişti. Onun yerine gök gürültülü bir fırtınaya benzeyen ve hiç  dinmeyecekmiş gibi duran stresli bir çaresizlik çöktü.
       Düzlük alanda hiç ağaç kalmamıştı. Çiftlik yakınına kadar uzanan yüzlerce ağaç ve o kibar Meşe Hanım katledilmişti. Yerlerinde sadece bir parça kökleri ve uzantıları kalmıştı. Kimi ağacın ise kökleri tamamen topraktan çıkarılmış vaziyette toprağın üzerinde öylece durmaktaydı.
       Bazı ağaçların gövdeleri üst üste istiflenmiş ve dev canavarların yapımı olan araçlara konulmuştu. Bazılarının dalları ve yaprakları ise gene canavarlar tarafından henüz yeni kesilmekteydi. Etrafta bir tarafta keşmekeş yaşanırken, bir tarafta kütük ve toprak üstünde kısacık parçaları kalan ağaçların, o güzel beyefendi ve hanımefendilerin parçaları sessizce durmaktaydı.
        Adeta bir mezarlık gibiydi. Yuvarlak, kısa, toprak üstünde duran yüzlerce mezarlık taşı..
       “Olamaaaaz…Meşe Hanım ve arkadaşları…hepsi gitmiş, hiç birini sağ bırakmamışlar! CANAVARLAAAR! “ diye bağırdı Tombit gözleri yaşla dolarak.
        Tüm bunlar ne içindi? İlk defa görmüştü böyle bir olayı. Şimdi ne olacaktı? Neden tüm kabileyi yok etmişlerdi. Meşe Hanım kime ne zarar verebilirdi ki?
       Ne yapacağını bilemez halde bir süre etrafına bakındı Tombit. Bir an önce ailesinin yanına gitmeli ve onları uyarmalıydı. Meşe Kabilesi kendi kabilesine çok yakındı. Ya bu canavarlar onların da köyünü yerle bir ederse? Keresteciler Kabilesine, yani kendi yaşadığı yurduna bir an önce dönmeliydi.
       Canavarlardan korka korka, onlara gözükmeden yolunu biraz uzatarak düzlüğün etrafından dolandı ve yoluna koyuldu. Kalbi güm güm atıyordu. Kafasında türlü sorular dolanıyordu. Zihni karmakarışıktı. Öfke, sinir ile birlikte gelip üzüntü ve gam ile beyninden dışarı taşıyordu.
      Patikaya tekrar ulaştığında o dehşetli sahneyi arkasında bıraktı. Ormanın içinden patika üzerinde koşmaya devam etti. Hala gözleri yaşla doluydu. Bir yandan ağlıyor, bir yandan terliyordu. Ama durmuyordu. Koşuyordu. Her şeyi anlatmalıydı.
      Ormanlık  alanda, daha önce onunla sohbeti olan tüm ağaçlar, şaşkınlık içinde ona bakıyorlardı. Hiç selam vermeden geçmezdi buralardan Tombit.
       Gözlerinde biriken yaşlardan dolayı etrafını bulanık şekilde görse de köyün ilk yerleşim mekanlarını seçebildi Tombit. Etrafta ormanlık alan diplerinde talaşlar ve kereste artıkları vardı. İçlerinden yüzercesine geçerek ailesinin talaş bahçesine ulaştı.
       “Anneeee! “ diye seslendi Tombit, bahçeye girer girmez.
       Küçük bir taş oyuğu olan evlerinin kapısı kitliydi. Kapıya tokmak misali sert şekilde vurdu. İçerden ses gelmedi. Evde kimse yoktu. Daha da huzursuz oldu.
       “Nerdesiniz yaa? “ diyerek kapının önüne oturdu. Hıçkırıktan ne dediği de anlaşılmazdı gerçi. Ne yapacağını bilemez halde ağladı durdu.
      

                                                                                                             >>> DEVAM EDECEK >>>

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Fikirleriniz ve yorumlarınız için çok teşekkür eder, arayı soğutmamayı dilerim :)