“Yo hayır, hiç sorun
değil, lafı bile olmaz. Selamınızı söylerim tabi ki Koca Çınar.”, dedi Tombit.
Tok
ve huzurlu bir ses ile, “Çok teşekkür ederim delikanlı.”
diye memnuniyetini belli
etti Koca Çınar. Dallarını sallayarak dökülmesi gereken yapraklarının bir
kısmını döktü ve göz kırptı Tombit’e. “Meşe Hanım ile gençlik yıllarımda bir
çiftlikte yetişmiş idik. Çok zarif ve kibar bir fidan idi o vakitler. Anlatmış
mıydım nasıl tanıştığımızı evlat?” diye devam etti iç çekerek.
Tombit ise ne diyeceğini bilemeden bir
güneşe, bir gölgesine, bir de patika ile yol ayrımına göz attı huzursuzca. Koca
Çınarı dinlemek de istiyordu elbet ama bir yandan da ailesini de telaşlandırmak
istemiyordu. Sonuçta ailesi onu bekliyor olmalıydı. Koca Çınarı da kıramıyordu
ve bir şey söylemeye utanıyordu. Ona karşı saygısızlık etmek istemezdi. İçi hiç
rahat etmezdi öyle yaparsa, biliyordu.
İç dünyasında çekişme yaşadığını sanki fark
etmişçesine araya girdi yanlarındaki genç bir meşe;
“Yeter ihtiyar, rahat bırak genç kibritimizi.
Daha fazla geç kalmasını istemeyiz değil mi?”
“Ah, özürlerimi kabul etmeni dilerim
delikanlı, tabi ki geç kalmanı istemem. Bir dahaki gelişinde, o güzel Meşe
Hanımla nasıl tanıştığımızı ve neler yaşadığımızı anlatmamı istersen ben hep buradayım.”
diye devam etti Koca Çınar.
“Tabi, çok isterim Koca Çınar.” diyerek gülümsedi
Tombit.
“E o zaman yolcu yolunda gerek. Hadi
dikkatli olasın, yolunda kalasın.” dedi Koca Çınar.
“Acele etme ama hızlı git delikanlı.” diyerek
kıkırdadı diğerleri.
“Görüşmek
üzere, hoşçakalın.” dedi Tombit ve yoluna koyuldu.
Arada bir ‘Keşke diğer kestirme yoldan
gitseydim. Ne olurdu sanki bir kere denesem o yolu’ diye düşündü kendi kendine.
Tamam, kabul, herkes o yolu kullanmaması
gerektiğini söyleyip duruyordu ama en kötü ne olabilirdi? Ne kadar zor ve
tehlikeli olabilirdi ki bir yol? Denemeden nerden bilebilirdi yolun kendisine
zor gelip gelmeyeceğini. Ama vardır bir bildiği elbet o büyük ihtiyar ağaçların
da. Sonuçta nice yolcuların ormandan geçişine şahit olmuşlar ve sayısını bilemediği
kadar fazla olaylar işitmişlerdi yolculardan.
Derken patikanın genişleyen kısmından sağa
doğru yükselen bir tepeciğe çıktı. Yolun bu kısmını çok iyi biliyordu ve patikayı
takip etmektense Meşe Hanım’a doğru yürümek ve yanından geçmek her zaman daha
kestirmeydi.
Sonuçta birkaç genç meşe ağacı ve Meşe
Hanım’ın bulunduğu alandan inince aynı yola bağlanabiliyordu. Sadece şu ufak
tepeyi aşma zahmetine katlanması yeterliydi.
Anne ve babası merak etmiş olmalıydı.
Artık onlara ne diyeceğini de düşünmeye sonra başlayacaktı. Hem nasıl olsa geç
kalmıştı. Meşe Hanım ile az bir sohbetin ne sakıncası olabilirdi ki?
Derken tepeyi
aştı ve düzlüğe ulaştı. Gördükleri karşısında şoka uğradı. Az daha kafasındaki
o kırmızılık alev alacaktı. Sinir, üzüntü ve keder bir anda beynine hücum etti.
Bütün neşesi gitmişti. Onun yerine gök gürültülü bir fırtınaya benzeyen ve hiç dinmeyecekmiş gibi duran stresli bir
çaresizlik çöktü.
Düzlük alanda hiç ağaç kalmamıştı.
Çiftlik yakınına kadar uzanan yüzlerce ağaç ve o kibar Meşe Hanım katledilmişti.
Yerlerinde sadece bir parça kökleri ve uzantıları kalmıştı. Kimi ağacın ise
kökleri tamamen topraktan çıkarılmış vaziyette toprağın üzerinde öylece
durmaktaydı.
Bazı
ağaçların gövdeleri üst üste istiflenmiş ve dev canavarların yapımı olan araçlara
konulmuştu. Bazılarının dalları ve yaprakları ise gene canavarlar tarafından henüz
yeni kesilmekteydi. Etrafta bir tarafta keşmekeş yaşanırken, bir tarafta kütük
ve toprak üstünde kısacık parçaları kalan ağaçların, o güzel beyefendi ve hanımefendilerin
parçaları sessizce durmaktaydı.
Adeta bir mezarlık gibiydi. Yuvarlak,
kısa, toprak üstünde duran yüzlerce mezarlık taşı..
“Olamaaaaz…Meşe Hanım ve arkadaşları…hepsi
gitmiş, hiç birini sağ bırakmamışlar! CANAVARLAAAR! “ diye bağırdı Tombit gözleri
yaşla dolarak.
Tüm bunlar ne içindi? İlk defa görmüştü
böyle bir olayı. Şimdi ne olacaktı? Neden tüm kabileyi yok etmişlerdi. Meşe
Hanım kime ne zarar verebilirdi ki?
Ne yapacağını bilemez halde bir süre
etrafına bakındı Tombit. Bir an önce ailesinin yanına gitmeli ve onları uyarmalıydı.
Meşe Kabilesi kendi kabilesine çok yakındı. Ya bu canavarlar onların da köyünü
yerle bir ederse? Keresteciler Kabilesine, yani kendi yaşadığı yurduna bir an
önce dönmeliydi.
Canavarlardan korka korka, onlara
gözükmeden yolunu biraz uzatarak düzlüğün etrafından dolandı ve yoluna koyuldu.
Kalbi güm güm atıyordu. Kafasında türlü sorular dolanıyordu. Zihni
karmakarışıktı. Öfke, sinir ile birlikte gelip üzüntü ve gam ile beyninden
dışarı taşıyordu.
Patikaya tekrar ulaştığında o dehşetli
sahneyi arkasında bıraktı. Ormanın içinden patika üzerinde koşmaya devam etti.
Hala gözleri yaşla doluydu. Bir yandan ağlıyor, bir yandan terliyordu. Ama
durmuyordu. Koşuyordu. Her şeyi anlatmalıydı.
Ormanlık alanda, daha önce onunla sohbeti olan tüm
ağaçlar, şaşkınlık içinde ona bakıyorlardı. Hiç selam vermeden geçmezdi
buralardan Tombit.
Gözlerinde biriken yaşlardan dolayı
etrafını bulanık şekilde görse de köyün ilk yerleşim mekanlarını seçebildi
Tombit. Etrafta ormanlık alan diplerinde talaşlar ve kereste artıkları vardı.
İçlerinden yüzercesine geçerek ailesinin talaş bahçesine ulaştı.
“Anneeee! “ diye seslendi Tombit,
bahçeye girer girmez.
Küçük bir taş oyuğu olan evlerinin
kapısı kitliydi. Kapıya tokmak misali sert şekilde vurdu. İçerden ses gelmedi.
Evde kimse yoktu. Daha da huzursuz oldu.
“Nerdesiniz yaa? “ diyerek kapının önüne
oturdu. Hıçkırıktan ne dediği de anlaşılmazdı gerçi. Ne yapacağını bilemez halde
ağladı durdu.
>>> DEVAM EDECEK >>>
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Fikirleriniz ve yorumlarınız için çok teşekkür eder, arayı soğutmamayı dilerim :)