GÜÇLÜLER ÖZÜR DİLER…
“Lütfen böyle yapma canım, bu huyundan
da vazgeç. Karakıymık ailesi olarak hepimiz gayet yerli yerindeyiz. Numaracı
olmaya da alıştırmayalım küçük kızımızı.” diye ikazda bulundu anneleri.
“Tamam tamam, bişey demedim ve
yapmadım. Ye tabağını bakalım Çıtır.” dedi babaları. “Bugün hangi konuları
işleyecekseniz bakalım okulda çocuklar?” diye de lafı değiştirerek havayı
yumuşatıp gönül almaya çalıştı.
“Biz, Meşe topluluğu ve tarihteki
önemli Meşeleri görücez babacığım” dedi Çıtır. Bir yandan da bilmiş tavırlarla
yemeğini yiyordu.
“M..Me..Meşeler mi?” dedi şaşkın bir
şekilde Tombit. Hatırlaması gereken bir şeyler gelmiş gibiydi aklına. Sanki bir
yerlerde kapının arkasında kilitli bir şekilde duran bir şeyler vardı.
Zihnindeki kapıların ardında onu bekleyen bir korku…
“Evet, Meşeler…Ne oldu ki? 4 sezon
önce gördüğünüz konudur heralde abi. Sakın önemli bir şey varsa anlatma. Heyecanı
kaçıyor sonra. Dersi dinleyesim gelmiyor.”
“Çıtır! Laflara bak hele. Derslere,
kendini önceden hazırlayarak girmen her zaman daha iyi. Başarının anahtarıdır
ön hazırlık kızım.” dedi anneleri.
“Bişey olmadı. Sadece özlemişim. Çok
güzel ve basit zamanlardı o konuları gördüğümüz zamanlar.” dedi Tombit. Dalgın
dalgın da yemeğine devam etti.
“Bizim çevrede de çoktur Meşe
kabilesi üyeleri. Güzelce dinle ve öğren tamam mı yavrum. Etrafını tanımana
yardımcı olur hem.” dedi anneleri Çıtır’a sevecen bir şekilde.
“Siz bir konu işleyecek misiniz yoksa
gene uyuşukluğunuzdan cevap vermeyecek misin Tombit efendi?” dedi babası hafif
gülümseyerek. Çıtır da fırsatı değerlendirip abisine dil çıkarıp sırıttı.
Tombit kıpkırmızı olmuştu.
Sinirleniyordu artık. Babasına veya kardeşine değildi kızgınlığı. Kendisine
kızgındı. Saygısızlık etmeden öğüt vermek istiyordu artık. Bugün uyandığı
vakit, annesinin kardeşine verdiği öğütler aklına geldi. Tabi okuduğu birkaç
kitaptan da nasihatler hatırlıyordu.
“Biz bugün kibritlerin kırılmasını ve
nasıl düzeltileceğini işleyeceğiz.” dedi vurgulu bir şekilde Tombit.
Biraz sessizlik oldu. Annesi kızgın bir
şekilde babasına bakıyordu. Babası da duraksadı ve “Nasıl yani? Size şiddeti ve
ölümü mü anlatıyorlar okulda? Ne zamandan beri müfredatta sizin sezonlarda
işleniyor bu konular?” diye devam etti Tombit’e odaklanarak.
“Hayır baba. Bu kırılma mecaziydi. ‘Kalp
kırmak ve onarmanın yolları’ konumuz. Tabi bir de iş işten geçmiş olan
kırılmalar oluyormuş. Hepsini detaylıca görücez bugün okulda. Neyse ki ben
kardeşim gibi hazırlıksız gitmiş olmayacağım dersime. Hatta en tecrübeli kibrit
ben olabilirim bu konuda diye düşünüyorum.”
Sofrada çıt çıkmıyordu. Babasının da
ağzı açık kalmıştı. Anneleri kafasını hafifçe yukarı aşağı sallayıp gözleriyle
sinirini belli ediyordu babalarına.
“Şeyy..Yani tabi güzelmiş mecaz falan
da hem.” Babası bocalıyordu. Belli ki dalga geçmeye fazlaca alışmıştı. Karşılık
verilmesine de hiç alışmamıştı. Durumu toparlamaya yeltendi. “Sanırım her şeyin
tami…”
Tombit babasının sözünü keserek devam
etti; “Bazen saygıdan konuşmaz kibritler. Özellikle akıllı ve içinde sevgiyle
yaşayanlar. Diğerlerine ve kişiliklerine saygı duyanlar…Kırmamaya çalıştıkça
aptal görünürler. Aptal göründükçe de kırılırlar. Tamiri bir özür dilemektir
belki ama hiçbir zaman onu göremez, bulamazlar. Bugün annemin de dediği gibi.
Özür dilemek erdemdir ve en güçlüler dilemeyi bilenlerdir. “
“Oğlum ben…beni bilirsin, kırmak değildi
niyetim. Hem nerden çıktı bu şimdi. Şurda güzelce yemek yiyoruz her zamanki
gibi.”
“Evet baba, her zamanki gibi... Ne güzel
dedin. Ama gururundan hala bir özür dileyemiyorsun.” diye konuştu Tombit.
Çehresi çok ciddi duruyordu. Babasını çok şaşırttığı belliydi. Hatta o şımarık
küçük kardeşi bile sus pus olmuş ona şaşkın şaşkın bakıyordu.
“Ben doydum. Okula geç kalmadan gideyim.
Sonra görüşürüz.” dedi ve sofradan kalktı Tombit. Çantasını aldı, sırtına astı.
Kapıdan çıkmadan önce bir anlık duraksadı. Annesinin, babasına sessizce
ikazlarda bulunduğunu hissedebiliyordu. Belki özür diler de gidip ağlayarak
sarılırım diye bekledi. Ama babası sustu. Özür dileyemedi. Güçlü olduğunu
gösteremedi. Ya da belki kendisini değerli görmüyordu. ‘Bu kadar mı zor ya?’
diye düşündü içinden. Gözünden yaş gelir gibi oldu.
Ama hayır. Ağlayarak bu çıkışını
mahvedemezdi. Saygıyı kazanmalıydı. Elde etmeliydi. Karakıymık sülalesi bundan
anlıyordu. Eski sakin tavrını göstermemeliydi. En iyisinin böyle olacağını
düşündü ve önceden olduğu gibi herkesi öperek, selamlaşarak çıkmayacaktı
mutfaktan.
Öyle de yaptı. Hiç bir şey demeden evden
çıktı gitti. Geri dönüp usulca arkasına baktı. Annesi cama çıkmıştı.
Dayanamamıştı oğlunun bu tavrı göstermesine. Ya da göstermek zorunda kalmasına.
E tabi, alışık değillerdi. Babasının o klasik ‘her zamanki gibi’ olan
günlerinden olacaktı ya hani. Üzüldüğü tek kişi annesiydi. Çünkü bir tek o iyi
davranıyormuş gibi geliyordu ona. Ya da onun kıymetini biliyormuş gibi…
İçi en azından rahat etsin diye
hafifçe el salladı annesine. Gene
sıcacık bir gülümseme karşılığı aldı. Taş kalpli kişilerin taş evi olmamalıydı
yuvaları. Küçük taştan yapılma istifli evleri, annesi içindeyken güzeldi. Çiçek
gibiydi o. ‘Canım annem’ diye iç çekti.
Ama biraz da olsa ders vermeliydi
babasına ve kardeşine. Eski sıcaklığını ve samimi davranışlarını aramalı,
özlemeliydiler. Aklına gelen cezalandırma ancak buydu. Özür dilemek zor
olmamalıydı bu kadar. Kibritler, sevdiğine özür dilerdi ona göre. Ya da özür
dilemek zorunda kalmamalıydılar sürekli. Kalıyorlarsa da gurur yapıp üzmeye,
kırmaya devam etmemeliydiler.
Çakıl taşlı bahçe duvarını aştı. Kararlı
adımlarla yola devam etti. İçi bir garipti. Ona göre büyük bir adım atmıştı.
Kendisi de şaşırmıştı yaptığı bu küçük hamleye. Ama onlar da şaşırmıştı. İşe
yarayabilirdi bu düşünceleri. Umutlandı. Durumu bayağı bir garipsedi ama
umutlandı.
Gülümseyerek, “Değişik bir gün olacağa benziyor.” dedi
kendi kendine.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Fikirleriniz ve yorumlarınız için çok teşekkür eder, arayı soğutmamayı dilerim :)