HER ZAMAN OLMADIĞI GİBİ BİR GÜN
Sabah saatlerinde okul yolunda genelde
tek başına ilerlemek pek de Tombit’ e uyan bir alışkanlık değildi. Mutlaka
kardeşi, annesi, arkadaşı veya babasıyla okula birlikte giderdi. Kimisi
korkaklık olarak tanımlardı bu durumu. Ama o sadece ailesiyle ve arkadaşlarıyla
olabildiğince zaman geçirmek istiyordu ve onlarla bir şeyler yapmaya -ne olursa
olsun- fırsatı olduğunda kaçırmayı sevmiyordu.
Sevecen
yapısı vardı ve cana yakındı da. Ama asla korkak değildi. Yeri gelir tek başına
göl ve dağ manzaralı kendi keşfettiği tepeye yalnız giderdi; orada oyalanır
dururdu. Ama okula bu zamana dek hiç yalnız gitmemişti. Hele ki yol üzerindeki
komşu ve esnaflara gülümseyerek selam vermeden asla geçmezdi.
Keresteciler Kasabasının tüm sakinleri
bunu bilirdi. O yüzden olsa gerek, civardaki komşular kapılarının önünden
geçerken Tombit’e tuhaf tuhaf bakındılar. Selam vermediği için şaşıranlar,
garipseyenler oldu. Tombit ise aldırış etmeden yürüyüşüne daha bir özgüvenle
devam etti. Aslında kendisi de şaşırmıştı bir anda bu kadar farklı
davranabildiğine. İçinde sanki durup dururken basit bir sebeple de olsa bir
ateş canlanmış da onu değişime itecek kadar yakıp kül etmiş, sonrasında da
rüzgar esmiş de küllerini bir başka ağacın dibine savurmuş ve yeniden hayata
getirilmiş…Ama yok, çok saçmaydı bu ona göre. Gene de merak ediyordu bu
dönüşümünün gününe ve kendisine neler katabileceğini.
Her zaman olduğu gibi sözünden de bıkmış,
her zaman olabilecek şeylerden de sıkılmış bir edayla kendisini biraz da
zorlayarak farklı davranmayı denemeye karar vermişti. Böyle devam etmeliydi.
Belki o zaman daha az kırılırdı, kim bilir…
Yolu yarıladığı sırada, okulda sevmediği
kibrit gençlerden biri olan Kito’ nun babası Tıngıl Bey de evinin kapısından
dışarı çıkmış ve genç kibritle göz göze gelmişti. Normalde olsa oğlundan nefret
etmesine rağmen, Tıngıl Bey’e saygılı bir şekilde, gülümseyerek, saf ve temiz
bir kalp ile selam verirdi Tombit. Tıngıl Bey de onunla dalga geçerek selamını
alır, sonra da kendi babasına garip garip sırıtarak bakardı. Babası da
adımlarını hızlandırarak Tombit’i de adeta yanında sürükleyerek yola devam
ederdi.
Bu sefer öyle olmadı. Tombit selam
vermedi. Gülümsedi ancak daha farklı bir gülümsemeydi bu. Yanında babası ve
kardeşi veya annesi de yoktu Tombit’in. Koskoca kasaba başkanı Tıngıl Bey’e
bile selam vermemişti ve onun tuhaf bakışlarını yakalayınca daha bir mutlu
olmuştu Tombit. Neydi ki bu his? Neden daha evvelinde bu frekansı
yakalayamamıştı? Sıradan bir sabahta, her şey ‘her zaman olduğu’ gibi iken ne
değişti de bu özgüvene ulaşmıştı? Babasının her zaman olduğu gibi onu yeren
sözleri mi? Kardeşinin her zamanki dalga geçen ve onu saymayan tavırları mı?
Aklına bir gelip bir gidiyordu bu düşünceler bir yandan Tombit’in. Ama üzerinde
fazla düşünmek istemiyordu.
Biraz ilerde yol ayrımına vardı. Okul
yönüne ilerlemeden önce ormanlık alan ve çiftliğe doğru ilerleyen yola doğru bir
anlığına gözü kaydı. Yolda bekleyen Çevik Kibrit Güçlerini ve bariyerleri fark
etti.
Patikanın ormana açılan yolu kapatılmış
ve güvenlik önlemleri alınmıştı. Kuru dal taşıyıcılarını bile sıraya
sokmuşlardı ve yola geçit verilmiyordu. İşçilerin kimisi şaşkın şaşkın
söyleniyor, kimisi de öfkeli homurtularla olayın tuhaflığına destek
oluyorlardı. Daha önce kasabalarında hiç patika ve yol kapatılmamıştı. Hele ki
orman yolu…
Tombit, okul tatili olan günlerde eğer
arkadaşlarıyla takılmaz ise çoğunlukla bu yolu kullanarak çiftlik yolunu aşar
ve Meşe kabilesi ile sohbet ederek oradan ilerleyerek tanıdık ağaç
beyefendilere selam vere vere huzur bulup düşüncelere daldığı ‘huzur tepesi’ne
ulaşırdı.
Tam bu fikirlerin içerisinde dalgın dalgın
gezinirken Meşe Hanım aklına geldi. Sanki uzun zamandır onu görmemişti. Birden
başına bir ağrı saplandı. Hatırlamaya çalıştığı şeyler sanki ona işkence
ediyormuş gibiydi. Muhtemelen rahatsız edici ve saçma rüyaların bilinçaltını
meşgul etmesiyle aklına düşüyordu tüm bu anılar.
Başını iki yana silkeleyerek okul yolunda
devam etmeye karar verdi. Özgüvenli halini üzerine bir palto giyer gibi giydi.
İlerlemeye devam ederken kasabada bir telaş sezdi. Gizli bir telaştı. Sadece
belirli kibritlerin bildiği bir şeyler olmuştu sanki. Gerçekten de farklı bir
gün olacağa benziyordu.
Elbette kasaba, daha önceki zamanlarda
farklı telaşlara maruz kalmıştı ama Tombit ve yaşıtları o günlere şahit
olamamışlardı. Sadece hikayelerden ve büyüklerinin anlattıklarından bilgi sahibi
olabilen genç kibritler, muhtemelen bu telaşlı gün için heyecan duyacaklardı. Ancak
bir sorun vardı: acaba herkes bu sessiz karmaşayı ve gariplikleri fark edecek
miydi? Ya da fark edip üzerine düşünmeye zaman harcayacaklar mıydı?
Sanırım ‘her zaman olduğu gibi’ hiç bir
şey olmamış gibi yapacaklardı. Ve yahut her zaman olmadığı gibi olan bu günü,
diğer zamanlarla aynı kefeye koyup fikir yürütmenin kendilerine zor gelmesinden
dolayı kafalarını başka yöne çevireceklerdi.
Tüm bunları düşünürken ‘acaba ben de
okul yoluna devam ederken kafamı farklı bir yöne mi çevirmiş oldum?’ diye
aklından geçirdi Tombit.
Ama hayır! Nereye çevirirse çevirsin bir
farklılık olduğunu görebilen bir çift gözü ve kullanmamaktan çok korktuğu bir
aklı vardı. Zorunlu olduğu için gittiği mekanda bir şekilde burada neler
döndüğünü araştıracaktı. Aynı zamanda o mekana giderken de araştırma yapmaya
engel bir durum bulamıyordu. Babası veya kardeşi yanında olmuş olsaydı
muhtemelen dikkati dağılacaktı ve patikalardaki farklılıkları gözlemlemeye
fırsatı olmayacaktı. İstese bile babası ona kızacaktı ve yoluna odaklanmasını
salık verecekti. Veya kardeşi mızmızlanarak başının etini yiyecekti. Şans o ki
yalnızdı ve Tombit bilmese de kasabadaki bu değişiklikler onun kaderiyle
bağlantılıydı. Ama hiçbir zaman bir yola girmeden nereye çıkacağını net
kestiremezdiniz.
Yolda giderken etrafa pür dikkat kesilerek
yürümeye devam etti. Sanki bazı uzak patikadaki evler ve orman kıyısındaki
yerleşkeler ortadan kaybolmuştu. Daha evvelinde gitmediği ama orada olması
gerektiğini bildiği bazı sokaklar şimdi ortada yoktu. Bu yolu kullanmayalı çok
zaman geçtiğini de hatırlamıyordu. Çünkü bu yer değiştirmelerin uzun zaman alması
gerekirdi. Oysa haftalık tatil alt tarafı iki gündü.
Ve Tombit, bu geçen haftasonunu tam
olarak hatırlayamadığı için huzursuzdu. Bir karın ağrısı içine saplandı.
Başında hafif bir sıkıntı peydahlandı. Gün içinde muhtemelen hatırlayacaktı.
Kimseye de söyleyip anlatamazdı. Ne söyleyecekti? Hafızasındaki anıların, yaz ayında dev
canavarların çocuklarının ellerinde tuttuğu gevrek koni biçimindeki kıtır şeylerin
içindeki renkli, soğuk ve hemen eriyen topların yere düşüşü gibi pat diye
düştüğünü nasıl anlatabilirdi ki…
Bir dakika ya! Canavar mı? Dev Canavarlar?
Aklına bir şimşek çakarcasına ormanlık alanda bir oraya bir buraya odun taşıyan
devlerin görüntüsü geldi. Anlamlandırmaya vakti olmadan arkadan nazik bir ses
onu düşüncelerinden uyandırdı :
“Tombiiiit. Beklesene beni de.”
>>>
DEVAM EDECEK >>>